MLB Tarihi: 2000'lerde World Series

 Aylar sonra merhaba saygıdeğer beyzbol severler. Az sayıda olmamıza rağmen çok güçlü bir kitle olduğumuza olan güçlü inancım, lokavt günlerinde dahi yazmaya itti beni. Uzun süre sonra ilk yazım olacağı için de ayrı bir heyecan yaşıyorum. 

Bu yazı, uzun süredir üzerinde çalıştığım bir serinin ilk yazısı. Konumuz ise MLB tarihi. Beyzbol tarihi okumaları bana hep zevk veriyor, nitekim hem birçok dizi, film hatta kitaptaki (bunu Paul Auster'ın Cam Kent'ini okurken farkettim. New York Mets taraftarı olan karakterimiz Quinn, arkadaşıyla 1.5 sayfa boyunca Mets-Pirates maçını ve Mets kadrosunun rezilliğini konuşuyor) beyzbol göndermelerini anlayabiliyorum bu sayede. Ayrıca beyzbolun ABD'nin sembol sporu olması sebebiyle sadece bir spor üzerinden bir ülkenin tarihini de okuyabiliyor olmak bana zevk veriyor. Yankees ve Mets'in 9/11'den sonra New York'a moral vermesi bu durumun en büyük örneği belki de.

ABD'deki her büyük ligde olduğu gibi MLB'de de play-off büyük önem taşımakta. Kazananın "dünya şampiyonu" olduğu World Series ise beyzbolun zirvesi diyebiliriz. NBA'de bazen konferans finalleri, finallere göre daha öne çıkabiliyor, fakat MLB'deki grup sistemi bunun önüne geçtiği için World Series her sene üç aşağı beş yukarı heyecanlı geçmekte.

MLB tarihini öğrenmek isteyenler için World Series'in ideal bir giriş olduğunu olduğunu düşünmekteyim. Beyzbolla ilgili Türkçe kaynak sayısını arttırmak amacıyla başladığım bu proje umarım başarıya ulaşır. 

Son olarak başlangıç için neden 2000'leri seçtiğimden de bahsedeyim. Bana göre 2000'ler beyzbolun diriliş seneleri. Arka arkaya 4 kez MVP olan Barry Bonds, 1990'ların sonunda 5 senede 4 kez şampiyonluğa ulaşıp herkese ızdırap çektiren Yankees'in düşüşü ve yeniden yükselişi, birçok takımın eski stadyumlarını yenileyerek taraftarlarına yaşattığı heyecan, Red Sox ve White Sox'un sonunda şampiyonluk hasretine son vermesi gibi sebepler sayılabilir.

O halde daha fazla uzatmayalım ve World Series tarihine başlayalım!

2000: New York Yankees 4-2 New York Mets

Bu seriye ABD'de "Subway Series" deniyor, ben ise Galatasaray-Fenerbahçe serisi benzetmesini yapacağım, çünkü iki New York takımı karşı karşıyaydı: son 4 senede 3 şampiyonluk alan New York Yankees ile 1986'dan bu yana ilk kez World Series oynayan New York Mets. Yankees'in o kadrosundan çoğu kişi nefret eder, fakat saygı duymayan kişi sayısı epey az. Kısaca bahsedelim. Geçtiğimiz sene Hall of Fame'a kabul edilen Derek Jeter, kritik anların adamları Jorge Posada ve Bernie Williams üçlüsü hücumda takımı taşıyorlardı. Pitcher kadrosunda ise ismini sonradan yine göreceğimiz, gittiği her takımı başarıya ulaştıran, MVP olmuş nadir pitcher'lardan Roger Clemens, neredeyse tüm kariyerini New York'ta geçiren Andy Pettitte, tarihin en iyi maç kapatan ismi Mariano Rivera gibi efsaneler vardı. 

Mets kadrosunun da kendi standartlarının üstünde olduğunu söyleyebiliriz. Pitcher kadroları NL'in belki de en iyisiydi, hücumda ise Hall of Fame üyesi Mike Piazza (ki kendisinin ismini taşıyan bir şarkı bile var, Belle and Sebastian'dan "Piazza, The New York Catcher") o dönemin en unutulmaz isimlerinden biri olarak başı çekmekteydi. Fakat şanssızlıkları tarihin en iyi kadrolarından birisinin önlerine devasa bir duvar örmesiydi. İki maç kazanmalarına rağmen Yankees ile baş edemediler ve seriyi 4-2 kaybettiler. Yankees böylece arka arkaya 3. şampiyonluğunu alarak 1970'lerdeki Oakland Athletics takımından bu yana bunu başaran ilk takım oldu.

Yankees denince akla gelen ilk oyunculardan, Derek Jeter


2001: Arizona Diamondbacks 4-3 New York Yankees

AL için sonuç değişmedi, son 5 senede 4 şampiyonluk gören Yankees bir kez daha World Series'e yükselmeyi başardı.

NL'de ise günümüzden baktığımızda sürpriz gibi gözüken, fakat o dönem baktığımızda hiç de şaşırtıcı olmayan bir takım ilk kez World Series vizesi almıştı: Arizona Diamondbacks. Peki neden mi sürpriz? Çünkü D-Backs kurulalı henüz 4 sene olmuştu! D-Backs, NBA severlerin en son Philadelphia 76ers'in "process" döneminden hatırlayacağı Jerry Colangelo başkanlığında "takım nasıl kurulur" dersi vermişti. 

Bu durumu 4 örnek üzerinden inceleyelim. Hücumda en önemli iki aktör Mark Grace ve Luis Gonzales idi. Mark Grace, Cubs'ta geçirdiği uzun senelerden sonra kariyerinin sonunda D-Backs'e gelmiş eski bir All-Star idi. Luis Gonzales ise istikrarsız, fakat potansiyelli bir isimdi. Özellikle Luis Gonzales'ten beklenenin katbekat üstü katkı aldı D-Backs, 2001'de 57 home run gibi bir rakama ulaştığını söylesek yeterli olur. Pitching ise çok ama çok daha iyiydi: Philadelphia Phillies'te geçirdiği uzun seneler boyunca kendini kanıtlamış Curt Schilling zaten yeterli olabilirdi, bir de onun üstüne Randy Johnson eklemesi yaptılar. Kim bu Randy Johnson? MLB tarihinin en iyi 10 pitcher'ından biri. D-Backs'ta arka arkaya 4 kez yılın en iyi pitcher'ına verilen Cy Young ödülünü almış biri.

Böyle bir yapılanma ile kurulduğu günden beridir ciddi bir aktör olarak kendisini gösteren Diamondbacks, şaşırtıcı olmayan bir şekilde henüz 4. senesinde World Series'te mücadele edecekti. Çekişmeli geçen ve 4 ile 5. maçların son inning'de koptuğu seri yine bir son inning'de çözülecek, 7. maçın son inning'inde, karşılarında Mariano Rivera olmasına rağmen, kaleleri güzel bir şekilde dolduran Diamondbacks maçı 2-1 kazanarak tarihinin ilk ve son şampiyonluğuna ulaştı.  Böylece Arizona eyaleti de uzun süren şampiyonluk orucuna son vererek 4 büyük ligde (NBA, NFL, MLB, NHL) ilk şampiyonluğuna ulaştı. 

1990'ların en önemli pitcher'larından ikisi, 2001'de Arizona eyaletine unutulmazı yaşattılar.

2002: Anaheim Angels 4-3 San Francisco Giants

Bu seri, MLB tarihine iki adet ilk yaşaması açısından geçti diyebiliriz. Bunların ilki, San Francisco Giants'ın World Series'e çıkmasıydı, fakat ilk olan Giants değildi. İlk olan, Giants'ı 2000'lerin başında yeniden rekabetçi yapan adamın, yani Barry Bonds'un kariyerinde ilk defa World Series oynayacak olmasıydı.. Bonds, tarihin en iyilerinden birisiydi, belki de Babe Ruth'tan bu yana sahaların görmüş olduğu en iyi oyuncuydu. O sezon da yazdığı tarihi tamamlamak için bir fırsatı olacaktı. Giants, Bonds'un yanında 2000 NL MVP'si Jeff Kent'e de sahipti (Bonds ile birbirlerinden nefret ederlerdi) Giants, 1989'dan sonra ilk kez World Series'e çıkmıştı ve 48 senelik hasreti bitirmeye kararlıydı. 

Diğer ilk ise Giants'ın karşısındaki takımdı: Anaheim Angels, ya da şu anki ismiyle Los Angeles Angels. 1960'lardan beri bir türlü dikiş tutturamayan Angels, yakaladığı nüveyi iyi değerlendirmiş ve o sene tarihinde ilk defa World Series'e çıkmayı başarmıştı. Giants'ın aksine, Angels sürükleyici bir süperstardan yoksundu. Fakat parçaları iyi çalıştırabiliyorlardı. California derbisi kıran kırana geçti, bir kez daha 7. maça kalan serinin galibi ise Los Angeles Angels oldu. Arka arkaya iyi sene yeni bir takım tarihinin ilk şampiyonluğunu elde etmiş oluyordu böylece. 

Bonds'a gelirsek, o ise ne yazık ki üstüne yapışan "kritik maçların küçük oyuncusu" yaftasını bu seride de kıramamıştı. Bireysel olarak tarih yazmaya devam etse de bir daha World Series oynayamayacak ve şampiyonluk yüzüğü görkemli kariyerinin tek eksiği olarak kayıtlara geçecekti. 

Angels'ın ilk -ve şimdilik son- şampiyonluğu.

2003: Florida Marlins 4-2 New York Yankees

AL'de tanıdık yüzlerden olan Yankees, bir senelik aranın ardından World Series'e geri dönüyordu. Bu takımın, son 8 senede 6. World Series'i olacaktı. NL'de ciddi bir sürpriz gerçekleşmişti: Florida Marlins (günümüzün Miami Marlins'i, 2012'ye kadar Florida Marlins ismini taşıdılar) tarihinde ikinci kez World Series'te boy gösterecekti!

Buraya bir parantez açmalı. Ciddi bir sürpriz ibaresi abartı olabilir, nitekim karşımızda 1997'de şampiyon olmuş bir takım var. Fakat bu şampiyonluktan sonra işler sarpa sarıyor. Bu sarpa sarma durumunun en büyük sebebi ne mi dersiniz? Para. Marlins'in o zamanki sahibi Wayne Huizenga, kadronun maksimum karı getireceğini düşünmüş olmalı ki şampiyonluğun ardından neredeyse tüm kadroyu elden çıkarıyor. 1998'te büyük bir travma yaşayan Marlins, ligi 54-108 gibi bir dereceyle bitiriyor. İşte vizyoner başkanlık diye buna denir!

Günümüze dönelim. 2003'te sürpriz şekilde bu zararına satışın etkilerini üzerinden atan Florida Marlins, NLCS'de Chicago Cubs'ı trajik bir 6. maçın gerçekleştiği seride 4-3 eleyerek tarihinde 2. kez World Series'e çıkmıştı. Bu 6. maç "Steve Bartman Hadisesi" ile hatırlanıyor, Yiğit Tezcan'ın bu konuda bir videosu vardı diye hatırlıyorum hatta. Cubs serisiyle birlikte bir ivme yakalanmıştı, bu ivme, genç kadronun heyecanı ile birleşince (ki bu kadroda 2010'larda ismini çok sık duyacağımız Miguel Cabrera da yer alıyordu, kariyerine Florida Marlins'te başlamıştı Venezuelalı yıldız) Marlins seriyi 4-2 kazanarak 2. şampiyonluğuna ulaşmıştı. 

Bu seriden sonra Marlins yalnızca bir kez daha play-off yüzü görebilecek, Yankees ise sonraki World Series için 2009'a kadar bekleyecekti.

Tigers efsanesi Cabrera tek şampiyonluğunu Marlins ile elde etmişti

2004: Boston Red Sox 4-0 St. Louis Cardinals

Beyzbol ile ilgisi olmayanların bile 2004 World Series'i bir şekilde duymuş olma ihtimali var bence, çünkü Amerikan popüler kültüründe geniş yer tutan, belgeselleri çekilen, onlarca kez referansları verilen bir seri bu. Neden derseniz üç kelimeyle anlatayım: Boston Red Sox. 

Red Sox, Yankees'ten sonra en çok tanınan takımdır desek yanlış olmaz. Şahsen ben kendi adıma Türkiye'de ne olduğunu bilmeden Red Sox tişörtleri ve şapkaları giyen onlarca insan görmüşümdür. ABD'deki popülerliğini konuşmaya gerek bile yok. Peki bu popülerlik, başarı getiriyor muydu? Hayır. Red Sox, 1918'den beri şampiyonluğa, 1986'dan beri de World Series'e hasretti. Fakat 2000'lerin başından itibaren iyilerdi. Yavaş yavaş başarılı bir nüve kuruyorlardı. Montreal Expos'tan aldıkları Pedro Martinez, tarihin en iyi pitcher'larından birine dönüşmüştü. D-Backs'tan hatırlayacağımız Curt Schilling oradaydı. Hücumda ise Twins'ten aldıkları ham yetenek David Ortiz (kendisi bu yıl Hall of Fame oldu) ve Indians'tan aldıkları Manny Ramirez esip gürlüyorlardı. Bu kadro, 2004'te ilk ciddi sınavını verecekti. Play-off'a kalan ve ilk turu atlatan Red Sox, karşısında ezeli rakibi Yankees'i buldu. Bundan 84 sene önce Babe Ruth'u yok pahasına sattıkları ve Bambino Laneti'ne sebep oldukları Yankees. 

Üstelik seride de işler hiç yolunda gitmiyordu. Red Sox, ilk üç maçı kaybetmişti, elenmeye bir maç uzaktaydı. Sonrasında ise görülmemiş bir başarı hikayesi geldi: RED SOX ARKA ARKAYA 4 MAÇ KAZANDI VE WORLD SERIES'E YÜKSELDİ! Bununla ilgili ESPN'in "4 Days In October" isimli bir belgeseli mevcut, öneririm. 

NL'de ise uzun süredir ortada olmayan 9 kez şampiyon St. Louis Cardinals World Series'e dönüş yapıyordu. Şu anda tarihin en iyi oyuncularından olan Albert Pujols, o zamanlar daha 24 yaşında bir gençti, fakat daha o zamanlardan potansiyeli ortadaydı. Onun liderliğinde Cardinals yine 20 sene sonra ilk kez World Series'e çıkmıştı fakat Red Sox'un o seriyi kaybetme ihtimali yoktu. Pujols'un ilk World Series'i 4-0 süpürülerek sonuçlandı ve Red Sox sonunda "laneti" kırmayı başardı. Babe Ruth'un ruhu da huzura kavuştu.

86 senenin sonu. Unutulmaz bir seri.

2005: Chicago White Sox 4-0 Houston Astros

Tarih beyzbolda ne çok tekerrür ediyor değil mi? Red Sox'un şampiyonluk hasretini sonlandırdığını gören Chicago White Sox, sıranın kendisine geldiğine karar vermişti. Bir önceki sezon 83 galibiyet alan takım 99 galibiyete kadar çıkmış, play-off'ta da önüne kim geldiyse süpüre süpüre World Series'e kadar gelmişti. White Sox'un o unutulmaz kadrosunda en sevdiğim oyunculardan olan, kısa vuruşların efsanesi olan Derek Jeter'in antitezi olması sebebiyle onunla aynı kategoride anılması gerektiğini düşündüğüm Paul Konerko bulunuyordu. Konerko, Jeter'in aksine tam bir home run makinesiydi, takıma verdiği katkı istatistiklerin çok daha üstündeydi. 

White Sox'un karşısında ise tarihinde ilk kez World Series oynayacak Houston Astros vardı. Astros'un başarısının sırrı pitcher kadrosunun gücüydü. Yazının başında kendisinden söz ettiğimiz Roger Clemens'in yanı sıra Yankees kariyerine bir ara veren Andy Pettitte'ye de sahiplerdi. Bu pitcher kadrosu iki senede World Series'e kadar gelmeyi başarmıştı. Fakat tıkanık hücumlarına bir çözüm bulamadılar ve White Sox'a 4 maçta mağlup oldular. Böylece bu kez de White Sox 86 senelik şampiyonluk hasretini giderdi, Clemens'in de emekli olmasıyla Astros kabus gibi geçecek 10 yıllık bir fetret devrine girdi. Şampiyonluk hasretini bitirme sırası Chicago Cubs'ta idi, fakat onlar 11 sene daha bekleyeceklerdi.

Seriye damga vuran bir an. Paul Konerko, tüm kaleler doluyken vurduğu home run ile takıma 4 sayı kazandırıyor.


2006: St. Louis Cardinals 4-1 Detroit Tigers 

Albert Pujols, 2005'te MVP olmuş ve bireysel olarak bir oyuncunun alabileceği en büyük unvanı almıştı. Sırada şampiyonluk vardı. Halen Cardinals'te oynamaya devam eden iki önemli oyuncunun katılımıyla işin biraz kolaylaştığını söyleyebiliriz: usta savunmacı, iyi seviyede vurucu Yadier Molina ve pitcher Adam Wainwright. Cardinals AL Central grubundan 1 galibiyet farkla lider çıkmayı başarmış, sonrasında da Padres ve o senenin en çok galibiyet alan takımı Mets'i çekişmeli serilerde geçerek World Series'e kadar gelmişti. 

Diğer tarafta ise Detroit Tigers Wildcard ile girdiği play-off'larda başarıya ulaşmış ve 19 sene sonraki ilk play-off maceraları World Series'te son bulmuştu.  Dayanıklı bir pitcher kadroları vardı, bu kadronun lideri ise o zamanlar kariyerinin henüz başlarında olan, 2011'de de MVP olacak Justin Verlander idi (kendisi ülkemizde Kate Upton'un sevgilisi olması sebebiyle biraz tanınır). Fakat hücumları bir World Series klasiği olarak, geçtiğimiz seneki Astros gibi vasat üstüydü. Cardinals hücumu ise tüm sezon belli bir seviyede tıkanmış olsa da World Series'te bir anda seviye atladı ve Pujols'un beklentilerin altında kaldığı seride her isimden maksimum katkı alabildi. Sonuç ise Cardinals'in tarihindeki 10. şampiyonluğu alması ile sonuçlandı. Böylece Cardinals 10 veya üstü şampiyonluk alan tarihteki ikinci takım olarak Yankees'e katıldı.

 
MLB tarihinde 10 veya üstü şampiyonluk alan iki takım var: Yankees ve Cardinals.


2007: Boston Red Sox 4-0 Colorado Rockies

MLB belirsizliğin hakim olduğu bir lig. Bu 10 yıllık periyotta bunu fazlasıyla görebiliriz. 2002 şampiyonu Angels 2003'te ortada olmayabiliyor, 2005'te World Series oynayan Astros 10 senelik bir ızdırap dönemine girebiliyor, ve daha onlarca örnek. Bu belirsizliğin iyi örneklerinden birine geldi sıra. 

Colorado Rockies rüzgarlı stadyumu, güçlü hücumcuları ve iyi pitcher'ların kariyerini bitirmesiyle meşhur bir takımdı, fakat başarıdan uzaktı. 1993'te kurulmasından bu yana sadece bir kez play-off görebilmişti, 1995'ten beridir play-off'a hasretti. Üstelik, franchise efsaneleri Todd Helton'da yaşlanmaya başlamıştı. Bu hasret bitecek gibi durmuyordu, ta ki "Rocktober'a" kadar. Rockies son 15 maçının 14'ünü kazanarak "bitmeye yakın" denilen sezonu kurtarmış, 13 inning süren unutulmaz tie-breaker maçında Padres'i yenerek Wildcard almıştı. Bu ivmeyi play-off'ta sürdüren Rockies, Phillies ve DBacks'ı süpürerek World Series'e kadar gelmeyi başardı. Son 22 maçın 21'ini kazanmış olarak World Series'e gidiyorlardı. 

AL'de ise başarının kokusunu bir kere almış olan ve bırakmaya niyeti olmayan Red Sox vardı. Pedro Martinez dışında da kadro aynıydı, fakat onun açığını kapatacak bir Josh Beckett vardı, bir de üstüne yılın çaylağı Dustin Pedroia eklenmişti! Tecrübe ve kazanma kültürü bu kez heyecana galip geldi ve Rockies 2003'te Marlins'in yaptığı sürprizi yapamayarak 4-0 süpürüldü. 86 sene şampiyon olamayan Red Sox 4 senede 2 kez şampiyon olmuştu.

Her şey meğerse lanetin kırılmasına bağlıymış.


2008: Philadelphia Phillies 4-1 Tampa Bay Rays

Bu sene için "yarı beklenen, yarı sürpriz" demek mümkün. NL şampiyonu Philadelphia Phillies pek şaşırtmamıştı, nitekim son üç senedir "geliyor gelmekte olan" modundalardı. 2006'da Ryan Howard (hayır, The Office karakteri olan Ryan Howard değil), 2007'de Jimmy Rollins MVP olarak bireysel başarıyı getirmişlerdi, bireysel başarı tüm takımda pozitif hava yaratmıştı. Chase Utley ve Bobby Abreu gibi kariyerlerinin çoğunu Philadelphia'da geçirmiş ve geçirecek oyuncular takımı bir arada tutabiliyordu. Pitcher kadrosunda ise önümüzdeki senelere damga vuracak bir isim, Cole Hamels vardı. Bu kadroyla birlikte Phillies 1993'ten sonra ilk kez World Series'e yükseldi.

AL şampiyonu ise herkesi şaşırtmıştı. Kurulduğu günden bu yana 10 senedir başarısızlığa abone olan, bir sene hariç her sene grubunu sonuncu bitiren Tampa Bay "Devil" Rays, ismindeki Devil'ı attığı sene bir anda başarıya ulaşıvermişti. Elbette tek sebebi o da değildi. Senelerdir başarısız olmaları sayesinde birçok yetenekli-yeteneksiz genç kadroda birikmişti. Bunların dördünden ciddi katkı aldılar: 2015-2016'da iki farklı takımla iki kez şampiyon olan Ben Zobrist, halen etkili olabilen David Price, acılı dönemlerden beri takımda olan Carl Crawford ve elbette franchise efsanesi Evan Longoria. 97 galibiyet ile kulüp rekoru kırarak tarihinde ilk kez play-off'a yükselen Rays, sonradan ezeli rakibi olacak Red Sox'ı geçerek World Series'e kadar gelmişti. 

Rays'in peri masalı ise World Series'te devam etmemiş, Phillies 4-1 ile Rays'i geçerek kulüp tarihinin ikinci şampiyonluğunu elde etmişti.

Phillies'in tecrübeli pitcher'ı Brad Lidge kutlamalara hızlı başlamış durumda.


2009: New York Yankees 4-2 Philadelphia Phillies

Uzun süredir bahsetmediğimiz bir takım geri dönüyor. 1990'ların sonlarını domine ettikten sonra iki World Series kaybeden ve 2000'leri rölantide geçiren New York Yankees, Red Sox hezimetini yaşadığı 2004'ten bu yana kadrosunu yavaşça güçlendiriyordu. 90'ların kahramanları Derek Jeter, Jorge Posada, Andy Pettite gibi isimler halen takımdaydı. Sınırsız bütçeleri sayesinde Red Sox hezimetinin  hemen ardından Texas Rangers'ın takasa açtığı Alex Rodriguez'i (ki kendisi 2000'lerin en iyi 5 oyuncusu arasında kesinlikle sayılmalıdır) ve devasa kontratını katmışlardı. Yine eski Rangers oyuncularından vurucu Mark Teixeira ve o sezon vites arttıran CC Sabathia, çekirdekten yetişen Robinson Cano ve halen takımda bulunan, Yankees'in Semih Şentürk'ü diyebileceğimiz Brett Gardner gibi isimler takıma ilaç olmuş, 5 sene sonra ilk kez 100 galibiyet sınırını geçen Yankees, yürüye yürüye World Series'e ulaşmıştı. 

Karşı tarafta ise bir değişiklik yoktu. Philadelphia Phillies, NL'i domine etmeye devam etmiş ve arka arkaya ikinci kez World Series vizesini almıştı. Fakat güçlenmiş kadrosu ve yeni stadyumuyla momentumu arkasına alan Yankees'i mağlup etmeleri pek mümkün görünmüyordu, öyle de oldu. Yankees seriyi 4-2 kazandı ve sonunda Alex Rodriguez çok istediği şampiyonluğa ulaştı. Seriye damga vuran oyuncu ise Japon oyuncu Hidei Matsui idi, zaten iyi bir as oyuncu olmasına rağmen World Series'te takımı kritik anlarda kurtaracak bir star performansı göstermişti.

2000'leri şampiyonlukla açan Yankees, 2000'leri şampiyonlukla bitirmişti.

Yazımızın ilk kısmı burada bitiyor. Haftada bir yayınlamayı düşünüyorum, sonraki yazımız ise 2010'lar hakkında olacak. Daha tarihi kısımlara ise ileri kısımlarda gideceğiz. Babe Ruth, Ty Cobb ve Honus Wagner şu anlık biraz zorlayıcı, fakat başarabilirim. Şimdilik hoşçakalın.

Yorumlar